AŞK ATEŞTİR, ÖĞÜT YELDİR
Aşk odu evvel düşer ma’şûka andan âşıka
Şem’i gör ki yanmadan yandırmadı pervâneyi”
Fuzûlî
Biri pervaneye şu sözleri söyledi:
“Ey ufacık böcek, minicik kanatlı hayvan! Sen kendine lâyık bir dost tut. Öyle bir yola git, öyle bir yol tut ki, biraz olsun başarı umabilesin. Sen kim, mum kim? Sen neredesin, mum sevmek nerede? Semender değilsin. Ateşin etrafında dolaşma. İnsan önce kendini bilmeli, yiğitliğini denemeli, ondan sonra savaşa atılmalı.
Yarasaya baksana! Güneşten saklanıp gizlendiği için gündüzleri ortalarda görünmüyor, geceleri meydana çıkıyor. Demir pençeli kimse ile savaşmak, câhillik, kendini bilmezliktir.
Düşman olduğunu bildiğin birisini dost edinmek akıllıca bir hareket değildir.
Ey pervane! Kimse sana mumun uğrunda nâhak yere ve boşu boşuna öldüğün için iyi ediyorsun demez.
Bir dilenci padişahın kızını isterse, bu saçma bir fikir beslemek, mânasız bir harekette bulunmak demektir. Ensesine tokadı yer.
Bir mecliste mum yandığı vakit, padişahlar bile yüzlerini ona çevirirler. Hâl böyle iken mum hiç sana, senin gibi âşıka yüz verir mi?
Karşısında o kadar padişahlar varken, büyükler dururken senin gibi bir müflise iltifat eder mi hiç ? Ben zannetmem.
Mum herkese nezaket, yumuşaklık, fakat sana kızgınlık gösterir. Çünkü sen zavallısın, biçâresin.
Yüreği yanık pervane ona şu cevabı verdi:
Ey tuhaf adam! Sen bu sözlerinle tuhaf oluyorsun ama iş tuhaf değil. Mum beni yakarmış, yanarmışım. Bunun ne önemi var. Yansam ne olur, kavrulsam ne çıkar. Gönlümde İbrahim’in ateşi var. Nemrud’un ateşi İbrahim’e nasıl bir gülizâr oldu ise, mumun ateşi de benim için bir gülistandır.
Gönül, canânın eteğine çekmez, canânın aşkı canın yakasına yapışır.
Ben kendi isteğimle kendimi ateşe atmıyorum ki! Boynumdaki aşk zinciri beni ateşe sürüklüyor. Mumun ateşine kavuştuğum zaman yanmıyorum ki, o beni uzakta iken yakmıştı.
Yâr, güzellik ve sevilmek icabı istediğini yapar.
Ona: Yapma, etme, günahtır denilmez ki!
Ben, yârimi sevdiğim için onun ayakları altında can vermeye hazırım. Emelim budur, zevkim de bundan ibarettir. Can benim değil mi? Kim buna engel olabilir?
Dost var iken bana varlık yakışmaz. İşte bunun için can veriyorum. İstiyorum ki, yalnız o var olsun.
Yârim güzeldir, beğenilmiştir. İstiyorum ki, ben yanarken çıkardığım alev ona sirayet ederek onun ışığına katılsın, onun ziyasını arttırsın.
Ey bana öğüt veren! Diyorsun ki: Git, kendine göre birisini bul, onu dost edin!
Bu öğüdün bana hiçbir faydası yok. Bana kâr etmez, te’sir etmez. Bilir misin ki, aşığa nasihat etmek akrebin soktuğu kimseye sızlanma, inleme demeye benzer. Sindbad kitabında çok güzel bir nükte vardır. O da şudur:
“Aşk ateştir, öğüt yeldir.Yel, ateşi alevlendirir.” Bir kaplanı ne kadar dövsen, o nisbette hırçınlaşır, öfkesi şiddetlenir.
Ey nasihatçı! Sen bana fenalık yapıyorsun. İstiyorsun ki, yüzümü ateşli yerden ateşsiz, soğuk yere çevireyim.
Şimdi sıra benim. Ben sana nasihat vereyim de dinle.
Daima kendinden iyisini ara. Kendin gibilerle vakit geçirmek, vaktini zâyi etmektir. Kendi emsalinin peşinden ancak kendini beğenmişler gider. Tehlikeli yerlere ise ancak sarhoşlar gider.
Nitekim ben aşka düştüğüm zaman onun bütün belâlarını da düşündüm. Kelleyi koltuğa aldım da bu yola girdim.
Sadık bir aşık isen elini canımdan çek. Canını vermeye kıymayanlar kendini beğenen korkaklardır ve sevgiliye değil de kendi şahıslarına âşıktırlar.
Bir gün gelecek, nasıl olsa ecel pusu kuracak beni alıp götürecek. Onun için nazlı sevgilim beni öldürsün daha iyi. Onun uğrunda, onun elinde güle oynaya can veririm. Madem ki, ölüm haktır ve alına yazılmıştır, cânan uğrunda, onun elinde ve yanında ölmek daha iyi değil mi?
Bir gün ister istemez öleceksin. Yârin ayağı dibinde can vermek daha iyi değil mi?
Pervâne sâdık bir âşıktır. Tek bir ışık etrafında döner durur ve kendini yok eder. Onun yok oluşu, “Vahdet” yolundaki dervişin hâline benzer. Işık ilâhî aşk, pervâne ise bu aşk ile yanıp tutuşan ve hatta yokluğa erişen derviş demektir.
Pervane acziyet ve perişanlığına bakmadan aşkı ile etrafında yanıp durduğu mumun huzurunda, ma’şûkuna seslenir:
-Ey sevgilim! Hadi ben âşığım, yansam da yeridir. Peki ya sen neden yanıyorsun, niçin ağlıyorsun.
Mum inleyerek cevap verir:
-Benim tatlı balım vardı. Beni ondan ayırdılar. Şirin’im haksızlıkla elimden alındı. İşte Ferhad gibi tepemden ateş çıkıyor. Gece, meclisi aydınlatan ışığıma bakma. İçimi yakan ateşe bak.
Mum, hem bu sözleri söylüyor, hem de sararmış yanağından sel gibi gözyaşı dökülüyordu.
Mum, sözüne devamla pervaneye dedi ki:
Ey pervane! Ey aşk iddiacısı! Aşk, senin işin değil. Seninki bir kuru iddiadan ibaret. Sende ne sabır var, ne de metanet ve tahammül.
Sen azıcık bir ışık ve ateş gördün mü, hemen yanıyorsun. Ben ise tamamıyla yanıncaya kadar dikilip duruyor, dayanıyorum.
Aşk ateşi senin yalnız kanadını, benim ise bütün vücudumu, baştan aşağı yakar.
Derviş de mum gibidir. Dışı parlaktır ama içi yanmıştır.
Artık gece bitiyor, sabah oluyordu. Peri yüzlü bir hizmetçi gelip mumu söndürdü.
Zavallı mum, dumanı tepesinden çıkarken:
“Aşkın sonu budur işte.” dedi ve can verdi.
Aşk ateştir, öğüt yeldir.Yel, ateşi alevlendirir.” Bir kaplanı ne kadar dövsen, o nisbette hırçınlaşır, öfkesi şiddetlenir. Bu söze bayıldım..